Asırlık bir
çınarı kaybettik, ancak tabiki çalışmalarıyla ve yazdıklarıyla bu çınar daha çok uzun
yıllar değerini ve saygınlığını koruyacaktır. Bazı insanlar ölse de yaşar,
bazıları da yaşarken ölüdür bu hayatta. Halil İnalcık hoca bomboş sayılabilecek
bir alanda; Osmanlı’nın ekonomik ve sosyal tarihinin açığa çıkmasında ve
yorumlanmasında birşeyler ortaya çıkarmak için büyük uğraşlar sarf etmiştir.
1993 yılında
kütüphaneye bağışladığı kitaplarına ayrı bir isimle (Halil İnalcık Koleksiyonu)
özel bir yer ayrılmıştı. Birbirlerinden çok farklı konularda olan hemen hemen
aynı zamanlara denk gelen, adımı koyduğum için de elimden geldiğince iyi bir iş
yapma takıntısı yüzünden çok uğraştığım ve ikisinde de çok ciddi kaynak
sıkıntısı çektiğim yüksek lisans ve uzmanlık tezlerimi yazarken dizginlenemeyen
merakım yüzünden onun özel koleksiyon odasına adeta keşfetmek için dalmam, bu
kadar işin gücün arasında harika bir zihinsel eziyetti ya da ziyafetti.
Bu
keşif duygusu ilk defa ciddi bir şekilde Annales ekolünün büyük tarihçisi
Fernand Braudel ile karşılaşmamı sağladı. Halil İnalcık’ın bana büyük
denilebilecek katkısı bağışladığı kütüphanesi ile beni Braudel ile bir anlamda
tanıştırmasıdır. Yapısı gereği içerikten çok şekle, nitelikten çok niceliğe,
üretmekten çok üretilmişi anlatmaya önem veren üniversite kavramından öğrenmek
istediklerimi asla bu binaların içinde bulamayacağımı anlayarak soğuduğum bir
dönemde umut verici ama bir o kadar da zor bir yol oldu bu süreç, hala da bu
sürecin başlarındayım diyebilirim ancak...
Ancak Braudel ile
bu yakınlığım özel koleksiyonun açık saatlerinin sınırlılığı ve odadan kitap
çıkarılamaması ile ayrı bir ızdıraba da dönüşmüştü. Sonunda şimdi hatırlayamadığım
bir yolunu bulup (bir şekilde görevliyi ikna mı ettim yoksa kitabı alıp kaçtım
mı hatırlamıyorum) üç ciltlik büyük eserinin “Civilization and Capitalism 15th-18th Century 1: The Structures of
Everyday Life” adlı birinci cildini çıkarıp fotokopisini çektirip özenle
ciltletmiştim. Bazı insanlar; belki de çoğu insan bunun nasıl heyecan verici
bir macera gibi olduğunu anlayamayabilirler, onlara da anlatamam zaten, bilmeye
olan açlık ve tutku olmaz ise anlaşılabilinecek bir durum değil zaten, bir tür
delilik...
Braudel’in
kitaplarını o güne kadar türkçe çevirilerinden az çok tanısam da, özellikle
Mehmet Ali Kılıçbay’ın büyük emek sarfetmesine rağmen okunabilecek ve
anlaşılabilecek nitelikte çeviremediği ve Braudel’i Türkçe'de maaalesef adeta
bitirdiği çalışmalarıyla (ki bu tarz
örnekler bana işi eğer hakkıyla yapamaz iseniz hiçbir şey yapmayın en azından
zarar vermezsiniz düşüncesini oluşturdu) kendi anadilimde akıcı ve
anlaşılır bir şekilde okuyamadığım için ciddi bir bağ kuramamıştım. Bu nedenle
ilk ciddi bağımı ancak İnalcık’ın kütüphanesi sayesinde kitapların İngilizce çevirileri üzerinden
kurabildim. Kendi adıma müteşekkirim; en azından İngilizce çevirilerin özenle yapıldığı
anlaşılıyordu... Şimdi ise kendi orjinal dilinden de okuyup anlayabilmenin
mutluluğunu yaşıyorum. Ancak günümüzde Braudel’in
kendi vatanı Fransa’da unutulduğunu da görüp üzülüyorum.
Fransa’nın 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında dünyaya sunduğu entelektüel güç ve bilinç kaybolmuş durumda; bilim, sanat ve düşünce üretimi eski konumu düşünüldüğünde çok çok zayıflamış bir halde bulunmakta günümüzde. Piketty’nin zamanın popüler ruhu gereği dünyaya bir düşünür olarak pazarlandığı zayıf bir entelektüel ortamdan bahsediyoruz artık.
Fransa’nın 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında dünyaya sunduğu entelektüel güç ve bilinç kaybolmuş durumda; bilim, sanat ve düşünce üretimi eski konumu düşünüldüğünde çok çok zayıflamış bir halde bulunmakta günümüzde. Piketty’nin zamanın popüler ruhu gereği dünyaya bir düşünür olarak pazarlandığı zayıf bir entelektüel ortamdan bahsediyoruz artık.
Braudel
çalışmalarında zamanın ve dolayısıyla tarihin akışını görecelendirip, tarih
yazımının yapısını değiştrmiştir. Coğrafyayı, ekonomiyi, sosyal hayatı; zamanın
akışlarını da farklılaştırarak merkeze almıştır; Genel Görelilik ve Özel Görelilik
teorilerini de anlamasam Braudel’in bilgi birikimimin genişliğini takdir
etmekte çok zorlanırdım sanırım.
Annales
ekolü ve Braudel’in ekonomik ve sosyal tarihin dışında zihniyetler tarihi
üzerine çalışma planlarının var olduğunu duymuştum ancak gerçekleştiremeden dünyadan
ayrıldı ya da somut veriler, rasyonel bir bakış açısı ve nitelikli yorumlar
ortaya konamayacağı endişesi ile mi gerçekleştirmekten vazgeçti bilemiyorum.
Fakat Annales ekolü ekonomik ve sosyal tarih merkezli çalışmaları ve zamanın
görecelendirilmesi genel anlamda tarih anlatımı ve tarih yorumu üzerinde büyük
değişiklikler meydana getirdi ama bu yapısal değişiklikler öyle kolay olmadı; katılaşmış
disiplinler çerçevesinde bilgi üreten Avrupa entelektüel dünyasında büyük
mücadeleler göstererek zor şartlar altında ortaya çıkabildi.
İnalcık
hoca da bu ekolün bir öğrencisi sayılır, Ömer Lütfi Barkan’ı da buraya dahil
edebiliriz. Bilgiyi yorumlama ve kullanım gücünün kaynağının Annales ekolü olduğunu teslim etmeliyiz. Osmanlı tarihinin Hammer’in çalışmalarına dayanan tarih yazımı İnalcık'ın kendi sözleri ile bir anlamda "çöpe atılmıştır". Ancak bu
sürece bir sonraki kuşak olarak İlber Ortaylı’nın katkısı ilginç bir şekilde
fazla değildir; bilgi birikimine göre üretimi zayıf kalmış adeta bir hanedan
tarihçisi konumunda sıkışmış ve daha çok devlet üzerinden anlatmıştır olayları.
Tabi Osmanlı sosyal ve ekonomik yapısının durumu da belli sınırlamalara neden
olmaktaydı, bunu da şimdilik bir kenara not olarak belirtmek gereği duyuyorum.
Annales ekolü
de Marc Bloch, Lucien Febvre ve özellikle de Fernand Braudel’den sonra bu
düzeyde büyük nitelikte çalışmalar gerçekleştirememiştir. Sonraki kuşaklar,
artık belki de çok geniş bir perspektifte yeni birşeyler söylenemeyeceğini ya da
söyleyemeyeceklerini düşünerek, geneli göremeyecek kadar özel konulara
daldılar. Hem bütüncül tarih için kapasite yetersizlikleri nedeniyle hem de
aşırı uzmanlaşmanın bedeli olarak bütünlük algısını hem kendilerinde hem de
çalışmalarında kaybettiler. Annales ekolünün de zamanla ciddi tarih
yazımcılığında hakim ve kapsayıcı bir konuma gelmesi ayrı bir yapı olarak durmasının gereğini de önemini de ortadan kaldırdı, ancak bu kapsayıcı genişleme durumu yeni kuşaklarda ciddi ve büyük eserlerin ortaya çıkmasını sağlayamadı.
Artık akademiler
çok zayıflamış ve küçük özel alanlara hapsolmuş birbirini tekrar eden görece
güvenli düşünceler üzerinden çalışmalar yaparak bir anlamda kötü ürünlerin
ticaret ve siyasetini yapmaktadırlar. 19. ve 20. yüzyılı şekillendiren materyalist
ideolojiler üzerinden yükselen sığ popülist düşünceler, artık manevi temelli
latent materyalist ideolojiler üzerinden yükselmeye başlamıştır ve
maalesef 21. yüzyılı büyük ölçüde şekillendirecektir.
Birbirinden çok
uzakmış gibi duran disiplinler arası bağ kurmak bu bağlardan düşünceler üretmek
“disiplin” kelimesinin varlığıyla zaten imkansız hale getirilmiştir. Hayatın
gerçekliğinin hayattaki herşeyle, her düşünceyle bağı vardır ve bunu belli
kutulara hapsettikçe bilgimiz, algımız ve yorumumuz gelişemeyecektir.
Halil
İnalcık büyük bir emekle bilgi birikimimize çok önemli ve değerli tuğlalar
koymuştur. Ama hiçbir tuğla penceresi
olmayan bir yeri ev yapamaz; hiçbir bilgi de açık ve tartışılabilir düşünceler
geliştirmemiş bir “insanı” akıllı varsaydığımız “homo sapiens sapiens” yapamaz!...
Demek istediğim daha konulacak çok tuğla ve açılması gereken pek çok pencere
bulunmaktadır, tabi güzel bir evde yaşamak istiyorsak eğer!...
Geniş
ölçekte baktığımızda insan pek ciddiye alınabilecek önemli bir varlık değil, ama
kendi küçük dünyasındaki büyük etkileri nedeniyle sorumluluğu yaşadığı an
itibariyle büyük bir varlık.
Bunun bilincinde olmuş olan Halil İnalcık hocayı
onu gerçek bir katkı yapma konusunda etkileyen diğer düşünürlerin ve
tarihçilerin yanına doğru dünyadaki asırlık yolcuğundan sevgiyle ve saygıyla uğurluyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder