27 Temmuz 2016 Çarşamba

İnalcık, Anılar ve Şeyhü'l-Müverrihin'in Hocaları


Asırlık bir çınarı kaybettik, ancak tabiki çalışmalarıyla ve yazdıklarıyla bu çınar daha çok uzun yıllar değerini ve saygınlığını koruyacaktır. Bazı insanlar ölse de yaşar, bazıları da yaşarken ölüdür bu hayatta. Halil İnalcık hoca bomboş sayılabilecek bir alanda; Osmanlı’nın ekonomik ve sosyal tarihinin açığa çıkmasında ve yorumlanmasında birşeyler ortaya çıkarmak için büyük uğraşlar sarf etmiştir.



Kişisel olarak Halil İnalcık adını öğrenmem İlber hocamızın hocası olması ve İlber Ortaylı’nın da onun ekolünün ya da başka bir ifadeyle okulunun bir parçası olmasındandır. Ama İnalcık’ın dolaylı olarak bana ilk bakışta küçük gibi görünen ama benim için büyük ve farklı bir etkisi olmuştur. 2000’li yılların başlarında o zaman kitaplarla içe içe olup çalışabileceğiniz iyi düzenlenmiş ve görece zengin içerkli olan Bilkent Kütüphanesi sayesinde onun bilgi birikimi ile düşüncelerinin ve çalışmalarının arkasındaki ona temel olmuş düşünürlere, tarihçilere ve onların çalışmalarına ulaşabildim.

1993 yılında kütüphaneye bağışladığı kitaplarına ayrı bir isimle (Halil İnalcık Koleksiyonu) özel bir yer ayrılmıştı. Birbirlerinden çok farklı konularda olan hemen hemen aynı zamanlara denk gelen, adımı koyduğum için de elimden geldiğince iyi bir iş yapma takıntısı yüzünden çok uğraştığım ve ikisinde de çok ciddi kaynak sıkıntısı çektiğim yüksek lisans ve uzmanlık tezlerimi yazarken dizginlenemeyen merakım yüzünden onun özel koleksiyon odasına adeta keşfetmek için dalmam, bu kadar işin gücün arasında harika bir zihinsel eziyetti ya da ziyafetti. 

Bu keşif duygusu ilk defa ciddi bir şekilde Annales ekolünün büyük tarihçisi Fernand Braudel ile karşılaşmamı sağladı. Halil İnalcık’ın bana büyük denilebilecek katkısı bağışladığı kütüphanesi ile beni Braudel ile bir anlamda tanıştırmasıdır. Yapısı gereği içerikten çok şekle, nitelikten çok niceliğe, üretmekten çok üretilmişi anlatmaya önem veren üniversite kavramından öğrenmek istediklerimi asla bu binaların içinde bulamayacağımı anlayarak soğuduğum bir dönemde umut verici ama bir o kadar da zor bir yol oldu bu süreç, hala da bu sürecin başlarındayım diyebilirim ancak...

Ancak Braudel ile bu yakınlığım özel koleksiyonun açık saatlerinin sınırlılığı ve odadan kitap çıkarılamaması ile ayrı bir ızdıraba da dönüşmüştü. Sonunda şimdi hatırlayamadığım bir yolunu bulup (bir şekilde görevliyi ikna mı ettim yoksa kitabı alıp kaçtım mı hatırlamıyorum) üç ciltlik büyük eserinin “Civilization and Capitalism 15th-18th Century 1: The Structures of Everyday Life” adlı birinci cildini çıkarıp fotokopisini çektirip özenle ciltletmiştim. Bazı insanlar; belki de çoğu insan bunun nasıl heyecan verici bir macera gibi olduğunu anlayamayabilirler, onlara da anlatamam zaten, bilmeye olan açlık ve tutku olmaz ise anlaşılabilinecek bir durum değil zaten, bir tür delilik...


Braudel’in kitaplarını o güne kadar türkçe çevirilerinden az çok tanısam da, özellikle Mehmet Ali Kılıçbay’ın büyük emek sarfetmesine rağmen okunabilecek ve anlaşılabilecek nitelikte çeviremediği ve Braudel’i Türkçe'de maaalesef adeta bitirdiği çalışmalarıyla (ki bu tarz örnekler bana işi eğer hakkıyla yapamaz iseniz hiçbir şey yapmayın en azından zarar vermezsiniz düşüncesini oluşturdu) kendi anadilimde akıcı ve anlaşılır bir şekilde okuyamadığım için ciddi bir bağ kuramamıştım. Bu nedenle ilk ciddi bağımı ancak İnalcık’ın kütüphanesi sayesinde kitapların İngilizce çevirileri üzerinden kurabildim. Kendi adıma müteşekkirim; en azından İngilizce çevirilerin özenle yapıldığı anlaşılıyordu... Şimdi ise kendi orjinal dilinden de okuyup anlayabilmenin mutluluğunu yaşıyorum. Ancak günümüzde Braudel’in kendi vatanı Fransa’da unutulduğunu da görüp üzülüyorum.

Fransa’nın 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında dünyaya sunduğu entelektüel güç ve bilinç kaybolmuş durumda; bilim, sanat ve düşünce üretimi eski konumu düşünüldüğünde çok çok zayıflamış bir halde bulunmakta günümüzde. Piketty’nin zamanın popüler ruhu gereği dünyaya bir düşünür olarak pazarlandığı zayıf bir entelektüel ortamdan bahsediyoruz artık.

Braudel çalışmalarında zamanın ve dolayısıyla tarihin akışını görecelendirip, tarih yazımının yapısını değiştrmiştir. Coğrafyayı, ekonomiyi, sosyal hayatı; zamanın akışlarını da farklılaştırarak merkeze almıştır; Genel Görelilik ve Özel Görelilik teorilerini de anlamasam Braudel’in bilgi birikimimin genişliğini takdir etmekte çok zorlanırdım sanırım.

Annales ekolü ve Braudel’in ekonomik ve sosyal tarihin dışında zihniyetler tarihi üzerine çalışma planlarının var olduğunu duymuştum ancak gerçekleştiremeden dünyadan ayrıldı ya da somut veriler, rasyonel bir bakış açısı ve nitelikli yorumlar ortaya konamayacağı endişesi ile mi gerçekleştirmekten vazgeçti bilemiyorum. Fakat Annales ekolü ekonomik ve sosyal tarih merkezli çalışmaları ve zamanın görecelendirilmesi genel anlamda tarih anlatımı ve tarih yorumu üzerinde büyük değişiklikler meydana getirdi ama bu yapısal değişiklikler öyle kolay olmadı; katılaşmış disiplinler çerçevesinde bilgi üreten Avrupa entelektüel dünyasında büyük mücadeleler göstererek zor şartlar altında ortaya çıkabildi.



İnalcık hoca da bu ekolün bir öğrencisi sayılır, Ömer Lütfi Barkan’ı da buraya dahil edebiliriz. Bilgiyi yorumlama ve kullanım gücünün kaynağının Annales ekolü olduğunu teslim etmeliyiz. Osmanlı tarihinin Hammer’in çalışmalarına dayanan tarih yazımı İnalcık'ın kendi sözleri ile bir anlamda "çöpe atılmıştır". Ancak bu sürece bir sonraki kuşak olarak İlber Ortaylı’nın katkısı ilginç bir şekilde fazla değildir; bilgi birikimine göre üretimi zayıf kalmış adeta bir hanedan tarihçisi konumunda sıkışmış ve daha çok devlet üzerinden anlatmıştır olayları. Tabi Osmanlı sosyal ve ekonomik yapısının durumu da belli sınırlamalara neden olmaktaydı, bunu da şimdilik bir kenara not olarak belirtmek gereği duyuyorum.

Annales ekolü de Marc Bloch, Lucien Febvre ve özellikle de Fernand Braudel’den sonra bu düzeyde büyük nitelikte çalışmalar gerçekleştirememiştir. Sonraki kuşaklar, artık belki de çok geniş bir perspektifte yeni birşeyler söylenemeyeceğini ya da söyleyemeyeceklerini düşünerek, geneli göremeyecek kadar özel konulara daldılar. Hem bütüncül tarih için kapasite yetersizlikleri nedeniyle hem de aşırı uzmanlaşmanın bedeli olarak bütünlük algısını hem kendilerinde hem de çalışmalarında kaybettiler.  Annales ekolünün de zamanla ciddi tarih yazımcılığında hakim ve kapsayıcı bir konuma gelmesi ayrı bir yapı olarak durmasının gereğini de önemini de ortadan kaldırdı, ancak bu kapsayıcı genişleme durumu yeni kuşaklarda ciddi ve büyük eserlerin ortaya çıkmasını sağlayamadı.

Artık akademiler çok zayıflamış ve küçük özel alanlara hapsolmuş birbirini tekrar eden görece güvenli düşünceler üzerinden çalışmalar yaparak bir anlamda kötü ürünlerin ticaret ve siyasetini yapmaktadırlar. 19. ve 20. yüzyılı şekillendiren materyalist ideolojiler üzerinden yükselen sığ popülist düşünceler, artık manevi temelli latent materyalist ideolojiler üzerinden yükselmeye başlamıştır ve maalesef  21. yüzyılı büyük ölçüde şekillendirecektir.

Birbirinden çok uzakmış gibi duran disiplinler arası bağ kurmak bu bağlardan düşünceler üretmek “disiplin” kelimesinin varlığıyla zaten imkansız hale getirilmiştir. Hayatın gerçekliğinin hayattaki herşeyle, her düşünceyle bağı vardır ve bunu belli kutulara hapsettikçe bilgimiz, algımız ve yorumumuz gelişemeyecektir.

Halil İnalcık büyük bir emekle bilgi birikimimize çok önemli ve değerli tuğlalar koymuştur.  Ama hiçbir tuğla penceresi olmayan bir yeri ev yapamaz; hiçbir bilgi de açık ve tartışılabilir düşünceler geliştirmemiş bir “insanı” akıllı varsaydığımız “homo sapiens sapiens” yapamaz!... Demek istediğim daha konulacak çok tuğla ve açılması gereken pek çok pencere bulunmaktadır, tabi güzel bir evde yaşamak istiyorsak eğer!...

Geniş ölçekte baktığımızda insan pek ciddiye alınabilecek önemli bir varlık değil, ama kendi küçük dünyasındaki büyük etkileri nedeniyle sorumluluğu yaşadığı an itibariyle büyük bir varlık. 

Bunun bilincinde olmuş olan Halil İnalcık hocayı onu gerçek bir katkı yapma konusunda etkileyen diğer düşünürlerin ve tarihçilerin yanına doğru dünyadaki asırlık yolcuğundan sevgiyle ve saygıyla uğurluyorum... 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder